Muş Alparslan Üniversitesi
 
Prof. Dr. Polat, Diyanet TV’de Sahabe Neslinin İnşasında Kur’ân’ın Rolünü Anlattı

Rektörümüz Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat, Diyanet TV’de yayınlanan Farklı Bakış programının konuğu oldu. Sahabe neslinin inşa edilmesine Kur’ân’ın rolünün masaya yatırıldığı programa, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Lütfullah Cebeci ile birlikte konuk olan Prof. Dr. Polat, dikkat çekici açıklamalarda bulundu. 

 

Sunuculuğunu Sami Bayrakcı’nın yaptığı ve 118. bölümüyle ekranlara gelen programda, Kur’ân’ın geçmişten günümüze nesiller inşa etme fonksiyonu hakkında değerlendirmeler yapıldı. Programda, önderlik ve liderlik vasfıyla temayüz eden Hz Peygamber’in, yeryüzünde gelmiş geçmiş en kutlu nesil olarak yetiştirdiği sahabe neslinin Kur’ân algısı, Kur’ân’ın sahabeyi anlatma biçimleri, sahabe şahsiyetinin oluşumunda Kur’ân’ın etkisi gibi konular ele alındı.

 

“İdeal zaman, ideal zemin ve ideal toplum.”

Programda sunucu Sami Bayrakcı’nın sorularını cevaplandıran Prof. Dr. Polat, Kur’ân-ı Kerim’in, amacı belirsiz bir kitap olmadığını, o sebeple amacına uygun olmayan bir okumaya muhatap edilemeyeceğini söyledi. Kur’ân-ı Kerim’in insanlığa gelişinde belirli aşamaların ve belirli süreçlerin söz konusu olduğunu ifade eden Prof. Dr. Polat şöyle konuştu: “İletim süreçlerinde Cebrail Aleyhisselam ya da Mikail Aleyhisselam gibi meleklerin de bulunduğu vahiy sürecinde, elbette Hz. Peygamber’in seçilmiş olmasının da gündemime getirdiği çeşitli hikmetler var. İlahi kelamın kime yöneldiği son derece önemlidir. Ben bu yönelişi; zaman, zemin ve toplum yani ideal zaman, ideal zemin ve ideal toplum şeklinde formüle ediyorum. Kur’ân vahyini ve Hz. Peygamber’in konumunu bu faktörlerle birlikte düşünmek gerektiğine inanıyorum. İslam vahyinin oluşturduğu örnek nesli ve bu neslin kıyamete kadar tekrar edilecek diğer örneklerini bir büyük şehrin farklı numunelerine benzetecek olursak, bu şehrin en tepesindeki yönetici olarak Hz. Peygamber’in ne denli önemli olduğunu daha iyi anlarız. Şehrin sokakları da malikaneleri de gecekonduları da piknik alanları da; hasılı her noktası, o şehrin başarılı bir liderin yönetiminde olduğunu haykırır. Kaldı ki Hz. Peygamber’in rol model olması sadece Ashab-ı Kiram için de değildir; bütün bir insanlık içindir. 

 

“Tasnifler, insanlar meseleyi daha iyi kavrasın diye yapılır.”

Cenab-ı Allah, Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e itaati birçok yerde kendisine itaat ile birlikte bahseder. Hz. Peygamber’e itaat çokça zikredilmiştir, ancak Ashab-ı Kirama itaat diye bir ayet yoktur. Ne var ki sünnet malzemesinin ilk el kaynaklarını onlardan alırız ve onların adalet sahibi insanlar olduğuna dair sayısız ayet bulabiliriz. Bazen kategorik düşünmeye çalışırken hataya düşeriz. Mesela şer’î delilleri zikrederken kitap, sünnet şeklinde tasnifler yaparız; asli iki delillerimizdir bunlar. Biz burada değerlendirmeyi yaparken asla sünnet kitaptan, kitap sünnetten bağımsızdır diye düşünmeyiz. Bizim kategorize etmemizin sebebi, kuvveti açısından bir tasnif ortaya koymaktır. Yoksa bunları birbirinden bağımsız, hele birbirine alternatif iki din kaynağı gibi asla düşünemeyiz. 

 

Mesela tasavvufta; şeriat, tarikat, hakikat, marifet şeklinde bir tasnif vardır. Bu tasnif konuşulurken bazen hakikat maddesi öne alınır ve o kadar abartılır ki diğer maddeler sanki hiç önemli değilmiş gibi ya da şeriat alınır da diğerleri çok önemli değilmiş gibi konuşulur. Hâlbuki bu tür tasnifler, insanlar meseleyi daha iyi kavrasınler diye yapılır. Tasnifteki unsurların biri diğerine kıyasla önemsizdir diye bir şey söylemek her zaman doğru olmaz. 

 

Sünnet denildiği vakit de Hz. Peygamber’in sözlü, fiili ve takriri sünnetlerini anlarız ve bunları birbirinden bağımsız ya da alternatif şeyler olarak düşünmediğimiz gibi bunları Kur’ân’a alternatif hükümler gibi de düşünemeyiz. Mesela şöyle bir soru soralım: Hz. Peygamber devrinde yaşasa idik ve o bize herhangi bir konuda her hangi bir söz söyleseydi, ona şöyle bir karşılık verir miydik? ‘İyi de niçin?’ veya ‘Böyle bir emir geldi de neden?’ Ashab-ı Kiram’ın hayatında vahiy söz konusu olduğunda böyle bir soruyla karşılaşıyor muyuz? Hayır. 

 

Dünyevi konularda bile durum bundan çok farklı değildir. Biz bazen tikel meseleleri sanki Hz. Peygamber’in ve ashabının hayatındaki her şey böyleymiş gibi değerlendiririz. Sahabeler, yanılmıyorsam birkaç konu ile alakalı olmak üzere Efendimize, ‘Bu Allah’ın emri midir? Yoksa sizin fikriniz midir?’ şeklinde soruyorlar. Bunlar çok istisnai örneklerdir. Bunlardan hareketle ‘Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber ne söylese, ‘Bu vahiy midir yoksa sizin içtihadınız mı, diye soruyorlardı’ şeklinde düşünemeyiz. Hz. Peygamber’in içtihadı olsa ne olacak? Ashap, Hz. Peygamber’in içtihadına karşı çıkıyor muydu? Bunlar tamamen o dönemin savaş teknikleriyle ya da zirai uygulamaları ile ilgilidir. Hz. Peygamber’in yapmış olduğu bir tasarruf dolayısıyla dinî konularda Ashab-ı Kiram’ın böyle bir sorusu olmamıştır. Filhakika dini ve dünyevi şeklinde bir ayırım yapmak da o kadar kolay değildir. Tüm bu bilgilerimle o gün bu duruma ben şahit olsa idim, benim tavrım yine onun dediğini yapmak yönünde tezahür ederdi.

 

Hz. Peygamber’in örnek olması, rol model olması Ashab-ı Kiram için herkesten fazla sö konusu idi. Allah’ın elçisinde numune-i imtisal olabilecek hal ve hareketler; sözlerinde, fiillerinde hatta ve hatta susmasında bile hisseler vardı. Genelde takdir ya da takip edilecek, örnek alınacak insanlar dediğimiz zaman hep çok konuşan insanlar akla gelir. Oysa çoğu zaman az konuşan insan daha etkilidir. Hz. Peygamber’in bazen susması bile çok büyük örneklik teşkil eder. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hayatının her alanında, yani susmasında dahi Müslümanlar için örnek alınacak bir hâl vardır.”

 

“İdeal toplumun Ashab-ı Kiram ile kristalize edilmesi anlamsız bir şey değildir.”

Muhatabımız olan varlık kategorisine göre ideal toplumu tayin edersiniz. Diyelim ki meleklerden bahsediyorsak ve ideal bir melek tanımı yapacaksanız herhalde o, Kur’ân-ı Kerimden anladığımız kadarıyla Cebrail Aleyhisselam olurdu. İdeal insan dediğimiz zaman Hz. Peygamber’den; ideal toplum dediğimiz zaman da sahabe-i kiramdan bahsederiz. Bu bir imtiyaz değildir; belki de maliyeti yüksek bir imtihanda insanların üzerlerine almış olduğu riskin büyüklüğüne paralel bir ihsandır. İdeal toplum, kendi bütünlüğü içinde; hatalarıyla, sevaplarıyla, günahlarıyla, kusurlarıyla, hayırlarıyla, hasenatlarıyla, tövbeleriyle var olan toplumdur. Bir hadisi şerifte buyrulduğu gibi, “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, hemen ardı sıra tövbe eden kullar yaratırdı.” Bunun aksi geçerli olsaydı, yaratılmamıza gerek kalmazdı. Dolayısıyla ideal toplumun Ashab-ı Kiram ile kristalize edilmesi anlamsız bir şey değildir. 

 

Bazen şöyle yorumlara rastlıyoruz; ‘Asr-ı saadet de neymiş? Asr-ı saadet diye bir tanım mı olurmuş? Altın çağ neymiş?’ Az önce bir şey söyledim; ‘zaman, zemin ve toplum’ diye. Hz. Peygamber, peygamber olarak gönderildiği zaman, kafalarındaki ideal peygamber algısı farklı olan insanlar ona itiraz etti. Bir defa Yahudiler buna itiraz etti ki Yahudilerin Cebrail Aleyhisselam ile Mikail Aleyhisselama düşmanlıklarının altında vahyi yanlış birine götürdükleri şeklindeki düşünceleri yatar. Vahiy, Yahudilerden birine gelmeliydi şeklinde inanmaktaydılar. 

 

Mekkeli müşriklerin itirazı vardı. Mekke ve Taif gibi iki şehrin önemli isimleri varken, yani hem soy itibarıyla hem maddi varlıkları itibarıyla önemli isimler varken vahiy, Muhammed (sav) gibi öksüz, yetim, yoksul birine mi verilecek… Onların kafasındaki ideal peygamber algısı tamamen farklıydı. Şimdi bu farklı algılara cevaben Allah risaletini indirdi. Ayet-i kerimede de buyurulduğu gibi, risaletini kime, ne zaman, nerede, hangi toplum içinde, hangi dille indireceğini en iyi bilen Cenab-ı Allah’tır. Vahyin, Hz. Peygamber’e o zamanda, o zeminde ve o toplum içinde gelmesinin bir amacı vardır. Bu bakımdan vahyin ilk muhatabı olarak Mekke toplumunun seçilmesinin de bir anlamı olmalı. 

 

Sahabe ismi Hz. Peygamber döneminde, ona inananlara verilmiş bir isim ama önceki peygamberlerin de sahabileri var. Belki biz onlara sahabe demiyoruz, havari diyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa’nın 12 havarisinden bahsedilir. Mâide suresi 111. ayette havarilerden bahsedilirken onlara bir tür vahiy verildiği anlatılır. Tabii vahiy kelimesini burada müfessirlerimiz ilham olarak anlıyor. Onların yüreklerinde beliren bir bilgi; belirgin, yönlendirici, aydınlık bir bilgi olarak yorumluyor. Ben de bir bakıma prototip olarak seçilen ve yaşadıkları toplumda rol model olacak sahabilerin, Cenab-ı Allah tarafından farklı bir mazhariyete, bir tecelliye nail olduklarına inanıyorum. Cenab-ı Allah’ın ilhamının onlarda da bir tecelli olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Nitekim Tevbe Suresi 100. ayette doğrudan Ashab-ı Kiram işaret edilerek ‘Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır.’ buyruluyor. 

 

Ashabın Kur’ân’la iletişimi ve Kur’ân algısı nasıldı?

Herkesin sevdiği elma çeşidi farklıdır. Elmanın tadı, kokusu, lezzeti o meyvenin beslendiği yağmura, maruz kaldığı güneşe, ekilmiş olduğu toprağın yapısına, çiftçinin ona nasıl baktığına, hatta ve hatta duygusal yaklaşımına, dalından kopartılırken gösterilen hassasiyete, fidanı dikilirken besmele çekilmesine ve bunun gibi daha pek çok unsura bağlıdır. Dolayısıyla biz meyveye bile maruz kaldığı muameleler doğrultusunda değer veriyoruz; o da lezzetini çektiği sıkıntılardan, maruz kaldığı iyi kötü tecrübelerden elde ediyor. Ben sahabe toplumunu da bu şekilde değerlendiririm. Peygamber’İn rehberliğinde bütün bir vahiy sürecine maruz kalan insanlar, bu ışığa bizden daha yakın durmuş idiler.

 

Bir madenin değerini çeşitli şekillerle ölçebiliyorsunuz. Altının altın olduğunu ölçmek için bir takım kriterlerden geçmesi gerekiyor. Toprağın yüzüne çıkarmadığınız altın, sadece bir taştır. Mihenk taşı olmadan altının ya da gümüşün kalitesini ölçemezsiniz. Toplumlar da böyledir. Toplumların da maruz kalmış oldukları tecrübelerin fonksiyonel değerine, öz değerine, mahiyetine ilişkin birçok etkene bakar, haklarında öyle karar veririz. Bir devletin bile tecrübelerinden hareketle devlet olup olmamasını tartışıyoruz. Sahabe-i kiramdan bahsederken de bunları düşünerek bahsediyoruz. Yani farklı tecrübelere, olabilecek en uçtaki tecrübelere maruz kalan ve hepsinden de başarıyla çıkan insanlardır onlar. Şimdi, bir imtihandan başarıyla çıktığınız zaman model oluyorsunuz zaten. Biraz sonra öleceklerini bilen ama davalarından vazgeçmeyen insanlardan bahsediyoruz. 

 

Ashab-ı Kiram öyle testlerden geçmiş ki; Uhut’taki, Bedir’deki testler inanılmaz testlerdir. Yani o toplum, sınavını başarıyla vermiş bir toplumdur. Hz. Peygamber ile ilişkilerinde de diğer insanlar ile ilişkilerinde de öyledir. O toplumun Kur’ân algısı da gelişigüzel bir algı değildir. Ashab-ı Kiram döneminde fehmü’l-Kuran (Kur’ân’ı anlamak) diye bir şey yoktur. Dil bakımından bizler bugün ilk dinlediğimizde Kur’ân’ın zahiri anlamına hemen intikal edemeyebiliriz, ancak onlar için böyle bir şey düşünülemez. Çünkü Kur’ân, onların dilinde inmiştir. 

 

Peygamber Efendimiz konuştuğunda Ashab-ı Kiram başlarının üzerinde bir kuş var da uçacakmış gibi dinlermiş. Peygamber Efendimiz bazen kıyamet ahvalinden, cehennem azabından bahsederken Ashab-ı Kiram’ın içine müthiş bir korku düşermiş. Çünkü anlattıklarını gören bir kişi tarafından anlatılıyor mesele. Tıpkı Kurtuluş Savaşını bu savaşa iştirak etmiş bir gazinin anlatması gibi. O kişi anlattığı zaman can kulağıyla dinleriz. Şimdi, sahabesi Peygamberimizi böyle dinlerken, kimse onların taşkınlık yaptığına şahit olmadı. Oradakiler birbirlerini tokatlamadılar, sağa sola sıçramadılar. Onlar abalarının içine başlarını sokmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Kâmil müminler idiler vesselam!

 

Ashab-ı Kiram bir ekmeği yiyip de hazmeder gibi ayetleri okurdu. Ayrıca Ashab-ı Kiram’ın Kur’ân eğitimi, disiplinli bir eğitimdi. Bizzat Hz. Peygamber’in kendisi Kur’ân’a çalışıyor ve Ashab-ı Kiram ile çalıştığı yerleri istişare ediyordu. Yani Peygamber’in kendisini de eğiten bir süreçten bahsediyoruz. Ashab-ı Kiram’ın da kendi arasında bunlarla ilgili derslerinin olduğu rivayetlerde mevcuttur. Bu sohbet halkaları sebebiyle kendilerine ashâb (sohbetdaş) denildiğini de biliyoruz. Ashab-ı Kiram’ın Kur’ân’la irtibatı, Kur’ân’ı anlama faaliyeti düzenli ve disiplinli bir anlama faaliyetidir. Üstünkörü bir okuma değildir."

 

Programın tamamını izlemek için aşağıdaki bağlantıya tıklayabilirsiniz:

 

https://www.diyanet.tv/farkli-bakis/video/farkli-bakis-118-bolum--sahabe-neslinin-insasinda-kur-an-in-rolu